24 Haziran 2009 Çarşamba

Korku

Efendim, sayın Dina Efendi ilk konu olarak "korkuyu" seçti...Korkuyu yazmak hem çok kolay, hem çok zor benim için..Onlarca korku romanı okumuş, oyunu oynamış, filmi izlemiş biri olabilirsiniz... Ama bunun yanı sıra hiçbir tanesinden korkmayı becerememiş biri olabilirsiniz...İşte olay burada kopuyor...Şimdi ben ne yazayım?

Oldu bitti korkmayı bir türlü becerememişimdir...Bebekken annem uyumak bilmediğim gecelerde beni korkutmak ve uyumamı sağlamak istediğinde "Çabuk uyu ÖCÜ geliyor" dediğinde, yatağımdan fırlayıp, yarım yamalak " Körkmeyin, pen varım. Öcüyü döverim şimdi" diye pislik yaptığım söylenir...Belki korku edebiyatına bu kadar düşkün olma nedenim bu korku yoksunluğudur...? Ha tabi bu hiçbir şeyden korkmam anlamına gelmiyor tabi...Korkularım var..Hem ne korkular...Doğma büyüme Ankara'da yaşamama rağmen fena halde köpekbalığı, ömrü hayatımda Avusturalya'ya adım atmamış olmamamı hiç umursamadan Tazmanya Canavarı, Sanki tüm tvler benim peşimdeymiş gibi kamera korkum var...Şöyle ipe sapa gelen normal bir korkuya ise hasretim...İyi bir yüzücü olmama rağmen yüzemem, Ankara'nın göbeğinde her çalılık altında Tazmanya Canavarı ararım...Her ne hikmetse sürekli karşıma çıkıp gündemdeki her hangi bir konu hakkında fikrimi almak isteyen TRT kameralarından tavşan gibi kaçarım...En son korkumla yüzleştiğim gün, Karanfil Sokak Kızılay Kan Merkezine gidip kan verdiğim gündür söylemesi ayıptır...Kan verme olayında en nefret ettiğim şey, kanınız alındıktan sonra elinize bir meyveli soda ve Çokoprens verip bunları yemeniz için baskı yapan hemşiler ve hayatnız buna bağlıymış gibi sizi sıkıştıran yapan doktor oluyor efendim...Her iki ürünü de asla sevmediğim için, hep bir şekilde kıvırır bunları yemem içmem...O meşum gün, hemşireye "Derhal kızıma yetişmeliyim...Bunları yolda yiyeceğim" diye garanti verdim ve bir elimde paketi soyulmuş Çokoprens, öbür elimde kapağı açılıp içmemim garantilendiği çilekli soda kapıyı açmıştım ki, birden kamera ve mikrofonla kafa kafaya geldim...Olayın vehametinin anlaşılması açısından saçlarımı o gün 3 numaraya traşa yakın bir şekilde kestirmiş olduğumu ve göğsümde asılı çantamında Dina efendinin siparişleriyle dolu olmasından dolayı minik bir kanguruya benzediğimi belirtmeden geçemeyeceğim...Evet...Kapıyı açtım ve 3 nolu büyük korkumla karşılaştım...Işığı açık bir kamera, mikrofon ve tatlı tatlı soru soran bir muhabir...Ve ben elinde kakaolu büskivisi ve meyveli sodasıyla minik bir tosuncuk...!...Rezalet..Korkunun mantığı yok tabi...Muhabire neredeyse çığlığa yakın bir sesle "Hiç vaktim yok...Pardon..!" diye bağırıp koşmaya başladım...Hayır, elindekileri at bir tarafa değil mi yani? Yok efendim...Çok beslenmiş bir obez yavru misali 100m kadar koştum...Nefes nefese durduğumda salaklığıma kızayım mı güleyim mi bilemedim? Sanki adamlar beni yakalayıp döve döve röportaj alacaklar...Mantık yok işte...Hoş kapıyı açıp bir köpekbalığı yaza Tazmanya Canavarı ile karşılaşmamış olmam şükredilecek birşey tabi...

Saçma oldu biraz ama oldu....:)

Korku Şartı

"Korku. Konu korku olsun" derken bu konuda çok zorlanacağımı düşünmüyordum. Yükseklikten kelebeklere, kelebeklerden köpekbalıklarına uzanan geniş bir korku listem vardı. Çoğu anlamsız olan korkularımı her koşulda anlamlandırabilme yetisine sahip olmam korkumla birlikte gelen default bir özellikti. Son günlerde peydah olan korkularımı ise asla anlamsız bulmuyordum. Lanet güvercinler direk üzerime üzerime uçuyorlardı. Kelebekleri saymıyorum bile. Belki de üzerimde yalnızca kanatlı hayvanların görebildiği garip bir çekim mekanizması vardı. Bunu bilemiyordum. Artık evde attığım çığlıklar sıradan bir hal almıştı. Önceden her çığlık attığımda gelen ailem artık çığlıklarımı önemsememez hale geldiğinden rahatça korkabiliyorum. Aslında korkularım değişti sayılabilir. Kandan rahatsız olmayıp kelebekten korkmak garip birşey midir? Aslında kandan rahatsız olmadığımdan emin değilim. Bana ve sevdiklerime ait olmayan kandan rahatsız olmuyorum desem daha doğru. Gece çok sıcaktı ve saçlarımı enseme değmeyecek şekilde yatağa yaymıştım. Saçlarımın bir kısmı yataktan sarkıyordu. Bir an aklımdan bir elin çıkıp saçlarımı tutacağı düşüncesi geçti kısa süreli. Bu konuyu seçerkense aklımdan geçen korkum bu değildi. Yükseklikti. Yükseklik benim için her zaman çok zor birşey olmuştu. Yüksek binalarda kapalı camlara dahi yaklaşamıyordum. Başım dönüyor, kanımın hızlandığını hissediyordum. Bir ara korkumun üzerine gitmenin iyi olabileceğini düşündüm ama bu daha çok baş dönmesi ve daha hızlı kalp atışları getirince bu düşüncemi bir kenara bırakmaya karar verdim. Ben bunları düşünürken aklımdan büyük beyazlar geçmeye başlamıştı. Aklımda 40 büyük beyaz var ve hiçbirinin kuyruğu birbirine değmiyor.. Ben büyük beyazları düşünürken, Alanya'da olduğum sırada bir büyük beyazın da beni düşünüyor olabileceği ihtimali tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu. Aklımda tanıdık bir filmin, tanıdık müziği dönüp duruyor, parmaklarım işlevini yerine getirmiyordu. Parmaklarımdan bahsedince aklıma Lola geldi. İlk geldiği zamanlar onu parmaklarımla kızdırıyordum. Burnuna falan vuruyordum, o da benim parmaklarımı kemiriyordu. Parmak kemirmek diyince parmaklarımı kemirebilecek iğrenç bir hayvan tanıyorum. Aslında kendisiyle henüz tanışmadım ve ömrüm boyunca da tanışmamayı umuyorum. Ama Paris Metrosunun onunla tanıştığından eminim. Kemik Koleksiyoncusu'nda fareli bir sahne vardı. Aklımdan o geçiyor, kanımın yüzümden çekildiğini hissediyorum. Suratım bembeyaz görünüyor olmalı. Bir ceset gibi ya da yüzünü kötü boyamış bir palyaço gibi. Palyaçolardan korkma sebebim küçük yaşta izlediğim O'dan başkası değildir. Palyaçoların yanısıra palyaçoya "palyanço" diyen insanlardan da en az bu kadar korkuyorum ben:D Ve tabi korkularıma "Neden?" diyen insanlardan... Korkunun nedeni niçini olabilir mi Allah aşkınıza? Korkunun mantığı yok. Gerçekten, irdele, incele. Yok yani. Korkuyla savaşmak diye birşey yok, korkunun üzerine gitmekse Amerikan filmi saçmalığı. Öyle şeyler yok. Korkuyorsan, korkuyorsun. Şartlar seni korkmamaya zorlayıncaya dek korkacaksın. Şartlar? Tanrı bizi korusun:D